<<<
YARATILIŞ EFSANESİ
Illuminati’nin yaratılış miti nedir?
....
Fiziksel evrenin dahi olmadığı milyarlarca yıl öncesini
hayal edin. Varolan tek şey Tanrı ve kendine ait ruhu idi. Tamamen saf düşünce
halindeydi: Mutlak Zekâ. Çağlar süren düşünceden sonra, Tanrı sıradışı bir
karar verdi: intihar edecekti. Bütün zamanların en önemli anını ortaya
koyacaktı – kendi ölümünü. Tanrının
ölümünü.
Peki ama Tanrı kendini nasıl öldürür? Tanım olarak bu
imkansız değil midir? Neticede sonsuz olanı, ölümsüzü, ebediyi öldüremezsiniz.
Varlığın kendisini öldüremezsiniz ve varlığın ta kendisi Tanrı’dan başka birşey
değildir. Ve eğer tüm varolan o ise, ölümünden sonra geriye ne kalacaktı?
Tanrı anladı ki yaşayabileceği tek gerçek ölüm bir çeşit
transformasyon idi; kendini varlığın yeni bir formuna çevirebilirdi. Diğer bir
deyişle kendini reenkarne edecekti. Artık tamamen saf düşünce olarak var olmak
yerine yaratmaya karar verdiği devrimsel nitelikteki yeni bir bileşeni –
maddeyi de içerecekti. Ancak, Tanrı’dan geldiği için bu da, madde de
Tanrısallık ile bezenmiş olacaktı. Ne kadar işe yaramaz ya da önemsiz gibi
gözükse de maddenin her parçası Tanrı’dan bir kıvılcım olacaktı. Ve bütün bu
parçacıkların, kendi bünyelerinde olan Tanrı’yı yeniden oluşturmak için karşı
konulamaz bir arzusu olacaktı.
Tanrı’nın sonsuz olarak esinlendiği fikir en nihai yaratma
eyleminin kendisini yaratmak olduğu idi. Tanrı, Tanrı olacaktı. Daha ilâhi bir
amaç olamazdı.
Yani Tanrı, fiziksel uzayda var olmayan, uzay ve zamanın
dışında yer alan, sonsuz gücün, sonsuz ruhsal ve entellektüel enerjinin sahibi
olan varlık zekâsının sonsuz enerjisini maddesel evrenin sonsuz enerjisine
çevirmek için kendisini imha edecekti. Yeniden doğabilmek için ölecekti.
Ölümünden çağlar sonra ölümünün ortaya çıkardığı fiziksel parçacıklar, ilahi
kıvılcımların eşsiz toplulukları, onu yeni bir formda hayata getirmek için bir
yol bulacaktı. Kendisine yeniden hayat verecekti.
Tanrı yaşayacak, ölecek, yeniden doğacak ve yeniden
yaşayacaktı. Samsara’yı tecrübe edecekti. Sonsuz gücünü, ebedi cesaretini,
sonsuz zihinsel merakını gösterecekti. Var
olmanın tam ve nihai bilgisine erişecekti. Eğer kendini öldürmez ise ölümün ne
olduğunu asla bilemeyecekti. Bilgisi tamamlanmayacaktı. Eksik olacaktı,
mükemmel olamayacaktı. Kendisi ölümlülerin kaderini yaşamadan, nasıl ölümlülük
hakkında yargıda bulunabilecekti?
Hiç ölmeden nasıl Tanrı olabilirsiniz? Ölümü ancak yaşayarak
anlayabilirsiniz. Aynı şekilde Tanrı yaşamadan şüpheyi nasıl anlayabilir? Kendisini
öldürmesi, tekrar hayata geldiğinde asla bir önceki saltanatındaki gibi
olamayacağı ihtimalini doğurur. Kaçınılmaz bir şüphe bileşeni olacaktır
böylece.
Tanrı’nın aksi takdirde anlayamayacağı herşey kendisini
öldürmesi ile kendisi tarafından bilinebilir hale gelecektir. Kendi benliğinin
tam idrakine varmanın, Tanrı’dan beklenen mükemmelliği elde etmenin tek yolu
budur.
“Kendi mızrağım ile
yaralanmış olarak dokuz gece boyunca; Odin’e adanmış olarak, kendime adanmış
olarak rüzgâr tarafından sallanan, köklerini insanların bilmediği heybetli
ağaçta asılı olarak kaldım”
Odin tek gözlüydü çünkü diğerini Viking Tanrılarının en
bilgesi olan ve sadece bir baştan ibaret olan (düşmanları tarafından
koparıldığı için) Mimir’e vermişti. Gözünün karşılığı olarak Odin’e “Bilgeliğin
Babası” olarak bilinen Mimir’in başına danışma hakkı verilmişti. Bilgiyi
arttırmak adına yapılan çabaların kalbinde kişisel – fedakârlık yatar. Güç
olarak noksan olanlar, çok korkak olanlar her zaman kişisel gelişimin zorlu
yolları yerine kolay zevklerin ve ucuz eğlencilerin şatafatlı saraylarını,
etrafımızı saran ufak rahatlıkları ve keyifleri tercih ederek gelişimin sert ve
çoğu zaman takdir edilmeyen çabasından uzağa düşerler.
Vikingler, Tanrıların ölümünü getireceğini düşündükleri
Ragnarok adı verilen bir olaya inanıyorlardı. Ancak sonrasında hayat yeniden
başlayacak ve yeni Tanrılar doğacaktı. Ragnarok, kıyametin olduğu kadar güzel
bir yeniden doğumun da anıydı.
Bir Grek hikâyesi olan Zagreus’ta da Tanrı öldürülüp
parçalanır, ancak kalbi Zeus tarafından kurtarılır ve Dionysus’a hayat vermekte
kullanılır.
Hristiyanlıkta “Tanrı” ölür ve yeniden diriltilir.
Tanrı’nın ölerek yeniden hayata gelmesi (kimi zaman oldukça
farklı formlarda) pek çok dini inanışın güçlü bir özelliğidir.
*****
İlahi an 14 milyar yıl önce geldi. Tanrı ışığa ol dedi ve
ışık oluştu. Kendisini tüm zamanların en büyük patlamasına -zihnin evreninden
maddenin evrenini yaratılışına kurban etti. Fiziksel hiçlikten – Tanrı’nın saf
zihninden – fiziksel evrendeki “herşey” ortaya çıktı. Tanrı’nın ölüm anı,
Yaratılış’ın anı idi. “Alfa Noktası” idi.
Fiziksel evren teolojiktir: bir amacı, arzulanan bir sonu,
bir “Omega Noktası” vardır. O son nokta yeniden doğmuş Tanrıdır. Tanrı’dan
doğan fiziksel evren yenilenmiş Tanrı olmayı hedefler; eskideki saf Zekâ
halindeki Tanrı değil ama Zekâ ve Maddenin yeni bir Tanrısı.
Tanrı maddenin yaratılmasının zekânın yokedilişi demek
olmadığını biliyordu. Aksine, nasıl ki madde bir enerji formu ise (Einstein’ın
gösterdiği üzere), aynı zamanda bir zihin formudur çünkü zekâdan üretilmiştir.
Madde fiziksel boyutlu zekâdır, saf ve boyutsuz zekânın aksine.
Evren canlıdır. Bir organizmadır. Düşünür. Arar. Çabalar.
Evrenin bir ruhu vardır. Ebediyen ilahi kökenine ulaşamaya çalışır. Diyalektik
olarak Alfadan Omegaya seyahat eder.
Biz insanlar ilahi kıvılcımı barındırırız. Hepimiz Tanrı’nın
parçalarıyız. Ancak Tanrı olarak birleştiğimizde tam olacağız. Bu bizim ilahi
misyonumuzun yerine getirilmesidir.
Gerçek Tanrı – Deus
Absconditus – Gizli Tanrı’dır. Günün birinde Deus Manifestus – Ortaya Çıkan Tanrı olacaktır. Biz hepimiz ortaya
çıkarma sürecinin parçalarıyız. Bizler, henüz Tanrı olduğunu bilmeyen ama Tanrı
olmak yolunda ilerleyen evrenin gizli Tanrılarıyız.
Nasıl ki insanlık uzaydaki bir cansız kayadaki ilkel bir
kimyasal çorbadan doğmuşsa, Tanrı’da görünürde cansız bir evrendeki yıldız
tozundan doğacak. Hepimiz parlayan yıldızlarız ve günün birinde en parlak
yıldız – Tanrı’nın kendisi olmak için bir araya geleceğiz. Bu insanlığın
kaderidir. Bu insanlığa ilham veren bir
vizyon değil midir? Biz basit insanlar değiliz; ilahi varlıklarız, Tanrı’nın
kendisi haline gelecek bir tanrılar topluluğuyuz: Yeniden reenkarne olmuş,
yeniden dirilmiş, yeniden doğmuş bir TANRI.
Bu “efsane” fiziksel olmayan bir enerjiden (Tanrının zekâ ve
ruhundan) evrenin nasıl yaratıldığını ancak yine de halâ Tanrı’nın zekâ ve
ruhuna sahip olduğunu açıklar. Yaşamın nasıl varolduğunu açıklar: evren
yaşamdan (Tanrı’nın) yaratılmıştır ve her yeri Tanrı’nın nefesiyle
donatılmıştır. Bu efsane neden bilinçli varlıklar olduğumuzu (Tanrı’nın tüm
kâinata yayılmış içsel bilincini yansıtırız) açıklar. Neden bir ölümsüzlük ve
ruh ile gelecekteki bir cennete dair algımız olduğunu ve neden insanın sürekli
tanrılar ve Tanrı’dan bahsedip durduğunu açıklar. Tanrı’ya doğru evrimleşiyoruz
– evrimi açıklar. Yaşamalarımıza tam bir anlam verir bu efsane.
Illuminati’nin efsanesine göre şeytan nedir peki? İyi ve
kötülük diğergamlık ve bencillik açısından tanımlanmıştır. Bir davranış ne
kadar az kişisel ise ve başkalarına yönelik ise o kadar “iyi”dir. Bir davranış
ne kadar kişisel çıkara yönelik ve bencil ise o kadar “şeytani”dir. Dolayısıyla
kurbanlarına sadece kendi zevklerini tatmin etmek için yaratılmış nesneler gibi
davranan, onların insanlığını görmezden gelen bir seri katil tabiki şeytanidir,
kötüdür. Başka ailelerin zararı uğruna kendi avantajlarının peşinden koşan
seçilmiş aileler kötüdür. Diğer insanlar için hiçbirşey düşünmeyip sadece
alacakları primlerin miktarını düşleyen bankerler kötüdür. Sadece kendilerine
hizmet eden politikacılar (ve bunlara bolca ödeme yapan lobiciler) kötüdür. İşçilerini
ezip sömüren açgözlü patronlar kötüdür. Diğerlerini isteyerek acıtanlar
kötüdür. Kendilerine istemedikleri davranışları başkalarına sergileyenler
kötüdür. Şeytan ya da kötü –açgözlülük, bencillik ve kişisel çıkar formunda – etrafımızı
sarmıştır. Bunlarla doymuşuzdur. Dünyamız heryerinden kötülük damlatmaktadır.
Öte yandan gerçek iyilik ise bu çürümüş dünyada en kıymetli altından bile nadir
bulunur.
Şeytan, Tanrı’nın kendini yeniden üretmesi esnasında ortaya
çıkan bir ara kademedir. İyiyi nilmesi için kötüyü yaşaması gerekmektedir.
Başkalarını düşünen ve diğergamlığı öğrenmesi için bencil ve çıkarcı olması
gerekmektedir. Şeytan, Tanrı’nın kendini anlamadan önceki ilkel halidir.
Tanrı için Şeytan, bir yetişkin insan için bebek ne ise
odur. Bir bebek bağıran, istediğini elde
edemez ya da ebeveynleri ona ihtiyacı olan herşeyi vermez ise feryat figan koparıp ağlayıp sızlayan ufak
bir canavardır. Diğerleri umrunda değildir. Tamamen kendi ‘id’i ile hareket
eder. Başkalarına saygı duygusunun gelişmediği, narsist ve egoist bir haldedir
bir bebek. “İSTİYORUM” onun sloganıdır: “ONU BANA VER. BANA İTAAT ET. EVRENİN
MERKEZİYİM BEN” (Dünyayı dolandıran
bankerler de aynı bu şekilde değil mi?)
Olgun bir yetişkin ise “id”den ziyade “süperego”su ile
hareket eder. Tavırlarında diğerlerini dikkate alır ve onları düşünür.
Jung’un terimleri ile Şeytan, Gerçek Tanrı’nın gölgesidir:
Tanrı’nın gerçek kişiliğine ulaşması aşamasında geçmesi gereken ilkel,
olgunlaşmamış, karanlık, aydınlanmamış, yokedici ve bencil taraf.
Tanrı, aynen bizim gibi, tam olarak kişisel gerçekleşmesini
başarabilmek için, mükemmel olmak için
negatif kıısmlarını yenmeye çalışan diyalektik bir yoldadır.
Tanrı’nın suretinde yaratıldığımız sözünün gerçek anlamı tam
da bu değil midir? “Yukarıdaki ne ise
aşağıdaki de odur” şeklindeki çok eski bilgeliğin gerçek anlamı?
İbrahimi inançlar Tanrı’ya ilişkin tüm gerçekliği
yoketmiştir. Oluşmakta olan Gerçek Tanrı yerine, diyalektik Tanrı’nın daha
önceki, canavarsı versiyonuna tapmaktadırlar. Kendini idrak emiş yetişkin
yerine olgunlaşmamış bebeğe tapmaktadırlar. En önemli hatayı yapmışlardır.
Gölgeye tapmaktadırlar. Kendileri de gölge yaratıklardır. Gölgelerin
kardeşliğidir onlar. Yahudilerin, Müslümanların ve Hristiyanların yok edici,
çocuksu ve aldatılmış bir psikolojiye sahip gerici ve ilkel insanlar olduğunu
idrak edebildiğinizde neden dünyanın böyle olduğunu da anlarsınız. Bu dünya,
yetişkin hale gelmesi gereken bir çocuktur.
Yahudiler, Holocaust (Nazi Kıyımı)’da insanlık dışı
davranılmıştılar, şimdi Filistinlilere insanlık dışı davranıyorlar. Binlerce
yıl önce Tanrılarının adına Filistinliler’in atalarının topraklarını çalmıştı
Yahudiler. Çok fazla şey değişmedi.
Masumların kanında boğulmaktadırlar.
Hristiyan pilot ve askerler Müslüman sivilleri yok etmiş
sonra da bunun kaçınılmaz bir “toplu kayıp” olduğunu iddia etmiştir. (masum
Müslümanlar amaç uğrunda öldürülen nesneler gibi düşünülmüştür) Özgürlük ve
demokrasi adına, “iyi adamlar” oldukları iddiasıyla güya bir savaş
vermişlerdir. Kimi kandırıyorlar? Masumların kanında boğulmaktadırlar.
Müslümanlara gelirsek, Muhammed hakkında eleştirel şeyler
yazan bir yazarı ölüme mahkum etmişlerdir. Muhammed’i eleştiren bir karikatür
çizdi diye İskandinavyalı bir karikatüristi öldürmeye çalışmışlardır. Kaçırdıkları
masumların kellelerini koparırken ya da masum insanlar ile dolu kaçırdıkları
uçakları patlatırken, ya da pazar yerlerinde masumları katlederken Allahu Ekber
– Allah Büyüktür diye bağırırlar. Masumların kanında boğulmaktadırlar.
Bu fanatikler aşırı derecede tehlikelidirler. Çocuksu bir
psikolojik düşünce dünyasına hapsolmuşlardır. Yetişkin y erine çocuk
gibidirler. En ufak provokasyon onları muazzam bir öfkeye sürüklemeye
yetmektedir. En ufak şeyden öfkelenebilirler. Kendi savlarını zekice,
inançlarının akıllı avukatları gibi savunmazlar. Sürekli bombalara, silahlara,
kılıçlara başvururlar. Dinleri bu dünya için bir lanettir. Efendilerinin yani
Şeytanın tam bir yansımasıdırlar.
Bizi bunca uzun zamandır geri bıraktıran, Gerçek Tanrı’nın
Mutlak Zekâsının ilham verici mükemmelliği yerine Şeytan’ın deli düşüncelerine
kitleyen İbrahimi dinlerin ortadan kaldırılması, insanlığın kurtuluşunun ilk
adımıdır.
Tevrat’ın, Eski Ahit’in ve Kur’an’ın tanrısı Şeytandır.
İnsanlığın kendisine tapmasını, kendisine teslim olmasını, onu yüceltmesini ve
sürekli ona kulluk halde olmasını ister. Kıskanç, öfkeli, kinci, zalim, bölücü,
zorba, narsist, vahşi, psikopattır. Çok büyümüş şımarık bir çocuktur. Ve bizi
kendi kirlenmiş ve yıkıcı suretinde şekillendirdiğinden bizler de böyle
kötüyüz.
Ancak farkedilmesi gereken gerçek şudur: İnsanlığı kurtaran
Tanrı değildir, ama aksine Tanrı’yı kurtaran insanlıktır. Eğer insalık
Şeytan’ın insanlığa giydirdiği “bencillik geni”nden kaçabilir, eğer insalık
kişisel çıkarcılık, açgözlülük ve bencillik yerine diğergamlığa ve paylaşmaya
yönelebilirse, Şeytan’a ahlâki olarak daha üstün olduğumuzu göstermiş olacağız.
Ancak o zaman Gerçek Tanrı olduğu yanılsaması içerisinde olan Şeytan, olduğuna
inandığı gibi olamayacağını anlayacak. Şeytan –Yehova / İncil’in Tanrısı /
Allah – gerçek Tanrı’nın antitezidir. Aynı zamanda Gerçek Tanrı’nın evriminde
kaçınılmaz olan bir diyalektik süreçtir. Tanrı kendisi kötü olmadıktan sonra iyi
ve kötü’nün tam anlamını kavrayıp o aydınlanmış duruma geçemez. Eğer kötülüğü
hiç bilmeseydi masum, basit bir olgudan öteye gidemezdi. Bâkir Katolik
rahipleri evli çiftlere cinsel konularda tavsiye verir ise gülünürler.
Tecrübeleri dahi olmayan bir şey hakkında nasıl yorum yapabilirler ki? Bir şey
hakkında konuşabilmeniz için o şeyi yaşamış olmanız gerekir. Aydı mantık ile
kendisi yaşamayıp kötünün tam kavramını idrak etmedikçe Tanrı’da iyi ve kötüyü
yargılayamaz. Tanrı’nın diyalektik gerçeği budur...
Tanrı, kendisinin tam idrakine ve ahlâki mükemmelliğe
insanlık ile ulaşır. Tanrı’yı şekillendiren bizleriz. Eğer bir ahlaki olarak
Şeytandan üstün hale gelebilirsek biz onun suretinde değil o bizim suretimizde
şekillenir. Bizim ilahi, diyalektik görevimiz Şeytanı dönüştürmek ve onu doğru
yola iletmektir.
Yaratılış ile ilgili olarak bilim ne demektedir? 14 milyar
yıl önce, tabiri caizse hiçlikten evren ortaya çıkmıştır. (Ancak hiç bir bilim
adamı ne bunun nasıl olduğunu ne de Büyük Patlama’dan önce ne olmakta olduğunu
inandırıcı bir şekilde açıklayamamaktadır) Evren “canlı” olmamasına ve “zihin”
ile kaplı olmamasına rağmen doğal seleksiyon ile evrimi destekleyerek cansız
olanın mucizevi bir şekilde canlı hale gelmesini sağlamaktadır(hiç bir bilim
adamı bunun da nasıl olduğunu açıklamamıştır) ve sonrasında yine aynı
mucizevilik ile insanlarda zekâ ve bilinci ortaya çıkarmaktadır ( yine cansız
atomlardan nasıl bunların ortaya çıkabildiğini hiç bir bilim adamı
açıklayamamaktadır). Bilim şunları reddeder: a) Tanrı, b) Ruhların varlığı c)
Teoloji d) maddesel olmayan herşeyi, ancak yine de en önemli olan şu sorulara
cevap verememektedir: cansızdan nasıl can oluşur, atomlardan zeka ve bilinç
nasıl ortaya çıkar. Bu sebeple nasıl bu gizemleri dogmatik şekilde geçersiz kılabilmektedir?
Hangisini daha inandıcı buluyorsunuz, hangisinin daha
açıklayıcı olduğunu düşünüyorsunuz – maddesel bilimimi ya da Illuminati’nin
Yaratılış Efsanesini mi?
İbrahime dinlere gelecek olursak, mükemmel bir Tanrı’nın
mükemmel bir dünya ve mükemmel bir insanlık yaşamı yarattığını iddia ederler:
Adem ve Havva. Mutlu çift mükemmel bir
cennette –Aden Bahçesinde- yaşamaktayken, Tanrı’nın bahçenin en görünen orta
noktasına koyduğu İyi ve Kötünün Bilgi Ağacından, meyve yemek üzere bir Yılan(Tanrı’nın bahçeye
girmesine izin verdiği) tarafından kandırılırlar. Tanrı, Adem ve Havva’ya o
meyveden yemeyi yasak etmiştir ancak onlar buna uymazlar ve böylelikle ilk
Günahı işleyerek insanlığın cennetten kovulup düşmesine sebep olurlar. (bir
elma için fazla ağır bir ceza değil mi?) Tanrı, ağacı hiç oraya koymasaydı ve
yılanın bahçeye girmesine izin vermeseydi daha iyi değil miydi? Bağışlayıcı ve
merhametli bir Tanrı olarak, onları ve onların tüm soylarını bir elma yemek
gibi bir suç yüzünden ölümlü bir sefalet yaşamaya mahkûm etmek yerine affetmesi
gerekmez miydi?
Eğer siz milyarlarcasının yaptığı gibi bu İbrahimi hikâyeye
inanıyorsanız, o zaman şüphesiz ki her başka şeye de rahatlıkla inanırsınız ki
bu da dünyamızın neden böyle acı dolu ve hastalıklı bir durumda olduğunu
açıklar.
İbrahimi dinlerin tanrısı ne tür bir Tanrı’dır? Aden
hikayesinde bile Adem ve Havva’nın Tanrısının Şeytan olduğu açıktır. Kâbil
yalanın iç yüzünü görmeyi başaran ilk kişidir ve bu sebeple Illuminati
tarafından yüksek saygı görür. (Armageddon Conspiracy kitabında anlatıldığı
gibi)
Doğu dinlerine göre ise günün birinde Tanrı kendi üzerine
bir ilizyon ve bilgisizlik örtüsü örter ve tek olmasına rağmen çokluk görüntüsü
yaratır. Başka bir deyişle belli olmayan bir sebepten ötürü Tanrı kendisini kendinden
saklamaya karar verir ve kendisini yeniden aramaya koyulur. İnsan ruhu (Hindu
dininde Atman) İlahi ruhun (Hindu dininde Brahman) gerçekten bir parçasıdır ve
samsara’yı –doğum, ölüm ve reenkarnasyon çemberini – yaşayarak en sonunda
aydınlanmaya(Moksha) kavuşmalıdır. Budhizm’de “oyun”, tüm hayali insani
varlığın yok edilerek ve gerçek varlığı oluşturan mistik Tekliğin parçası
haline gelerek Nirvana’ya ulaşmaktır.
Hangi Yaratılış Efsanesini daha ikna edici buldunuz?
Biliminkini mi, İbrahimi dinlerinkini mi, Doğu dinlerininkini mi yoksa
Illuminatininkini mi?
Ancak Illuminati’nin efsanesi dinsel bazı temel öğeler
içermekle birlikte Illuminati’nin dini değildir.
Nisan ayında, Illuminati’nin gerçek dinsel öğretilerini
iletmeye başlayacağız. Din, sıradışı bir yolla başlar çünkü Tanrı olmadığı
fikriyle giriş yapar. Bir bakıma da anlatmaya değer bir din, bir ateisti
doğruluğuna ikna edebilen bir dindir. İnanç temelli dinler asla böyle bir şey
başaramayacaklardır. Doğu dinleri ise, özellikle Budizm, daha başarılı olmakla
beraber çoğu ateisti ikna etmekte yetersiz kalır. Felsefe, bilim ve dinin bir
sentezi olan “Aydınlanma (Illumination)” ise ateist bir bakış açısıyla başlayıp
Tanrının, ruhun ve ölüm sonrası yaşamın tam bir açıklaması ile son bulur.
>>>