9 Haziran 2014 Pazartesi

Evrandeki ilk Zekâ ve Bir Varoluş Teorisi

Aşağıda okuyacaklarınız hayatın anlamı, varoluşun amacı, Tanrı, sonsuzluk, kapitalist sistem, din, bilim vb. konularda cevaplar ararken karşılaştığım yerli ya da yabancı bazı kaynaklardan derlediğim ve insanlığın aydınlanmasında faydalı olabileceğine inandığım alıntılardan bir kısmıdır.


Ön Bilgi: Hegel, diyalektiğin kurucusu olarak bilinen ünlü bir Alman filozoftur. Çağında ve günümüzde tam anlaşılamadığı, kilise baskısı sebebiyle görüş ve düşüncelerini Hıristiyan inancına uygun görünecek bir şekilde saklayarak ifade ettiği iddiası vardır. Diyalektik düşünce zıtların birleşimini baz alan sentezler hakkındadır. Hegel’e göre her süreç tez-antitez-sentez aşamalarından oluşur. Örneğin bir fikir ya da düşünce, kapitalizm olabilir mesela bu, ilk ortaya çıktığında bir tezdir. Bu tez taraftarlarını toplar, güçlenir, gelişir. Ancak zamanla bu teze karşı bir antitez oluşur (örneğin komunizm). Antitez, tezin tam zıttıdır. Tez neyi iddia ediyorsa o tersini iddia eder. Sonunda tez ve antitez çatışır ve bu çatışmadan hem tezin hem antitezin özelliklerine sahip bir sentez ortaya çıkar. Her yeni sentez de zamanla tez haline gelir ve kendine karşıt bir antitez oluşturur. Böylece yeni bir sentezin de yolu açılır. Hegel’e göre toplumlar, düşünceler, fikirler vb. tez-antitez-sentez süreçleriyle ulaşılmak istenen, nihai hedefe doğru yol alırlar. Özetlemek gerekirse “Hegelci diyalektiğin anafikri herşey özünde en nihayetinde açığa çıkacak ve kendisiyle çatışmaya neden olacak olan içsel ve gizli bir zıtlık barındırır. Bu yüzden yağmur yağıyorken, yağmurun duracağı zıtlığı zaten kendini gerçekleştirmeye başlamıştır ve süreç içerisinde de gerçekten yağmur duracaktır.”





<<< 
İLK İNSAN ZEKASI

Yeryüzündeki çok çok eski bir zamanı hayal edin. Erkek bir maymun eşinin doğumuna tanıklık ediyor. Ancak bebekle ilgili bir terslik var. Genetik bir mutasyon sonucu bebek, anormal derecede büyük bir kafaya sahip. Dişi maymun için bu bebeği dünyaya getirmek öylesine zor bir mücadele ki doğum esnasındaki aşırı yorgunluğunun, tükenmişliğinin ve ızdırabının sonucunda doğumdan az bir zaman sonra ölüyor.

Bebek ise eşsiz. Yeni bir türe ait: ilk insanoğlu. Bu ilk prototip insan zekasını düşünün, öylesine yalnız, öylesine kırılgan ve öylesine boş.  Bebeğin kendisini yetiştirecek insan ebeveynleri yok. Maymun annesi ölü ve maymun babası da onu bir yaratık olarak görüyor ve kısa bir süre sonra terkediyor. Ölümü kesin görünüyor ama ölmüş annesinin kızkardeşi bu yavruya sahip çıkarak yetiştiriyor. Kızkardeş onunla ilgileniyor, besliyor, olgunluğa eriştiriyor.

Bu insanın zekâsının gelişimini düşünün. Henüz daha hiç bir dil olmadığı için, herhangi bir dile erişimi yok. Sanat yok, din yok, felsefe yok, yazmak yok, müzik yok. Toplum ya da kültür yok; ne bir ev, ne bir köy ne de bir şehir var. İlk insanın zekâsı tamamen boş, doldurulmayı bekliyor. Tek yapabileceği kendisini yetiştiren üvey annesinden ve çevresindeki diğer şempanzelerden öğrenmek.  Diğerlerinden çok daha hızlı öğreniyor çünkü çok daha büyük ve güçlü bir beyni var. Kısa zaman sonra sürünün lideri haline geliyor. Diğerlerinin hiçbirinin yapamadığı şeyleri yapabiliyor çünkü.

Binlerce yıl geçiyor ve sonunda biz bu bebeğin erkek atalarını barlarda sarhoş olurken ve futbol maçları yüzünden dövüşürken; dişi atalarını ise 4 tane bozulmuş ve sığ kadının nasıl alışveriş yaptığını izlemeleri için sinemaya giderken buluyoruz. İşte insan türünün hikâyesi bu. Ancak böyle olması gerekmiyor. Herşeyin değişmesi için halâ zaman var.

Kozmos’taki İlk Zekâ

Çok çok daha öncesine gidelim.

Bu sefer ilk insan zekâsını değil ama tüm zekâların ilkini – Kozmik Zekâyı – varlığının şafağındayken hayal edin, eğer böyle bir ifade kullanmak mümkünse. Var olan ilk zekâ hiçbir şey barındırmayan tamamen çıplak bir zekâ; boş bir tuval, üzerine hiçbir şey yazılmamış bir karatahta misali. Bu ne kadar mümkün olabiliyorsa o kadar hiçliğe yakın olarak düşünülebilir.  Bu zekânın sağır, aptal, dilsiz, kör olduğu ya da koklama ve tatma kapasitesinden yoksun olduğu söylenebilir. Neticede etkileşebileceği hiçbir şey yok. Bu noktada bu zekânın maksimum potansiyeli ve minimum idraki vardır. Bütün bu potensiyel idrake dönüşmedikçe bu zekâ rahata eremez.

Hiçbir içeriğe sahip olmamakla beraber bu Zekâ hiçbirşey de değildir. Bu Zekâ’dır ve zekânın işi de düşünmektir. Hiçbirşey düşünmezken Zekâ, düşünmenin gerçekte ne olduğunu merak etmeye başlar. Ve işte şimdi en azından gerçekleşen bir şey vardır.  Böylece kâinatta bir şey oluşur, kesin ve tanımlı birşey, hiçlikten farklı bir şey. Zekâ bunu anlayabildiği için daha iyi hissettiğini idrak eder. Fakat hissetmek de nedir? Zekânın şimdi düşüneceği farklı birşeyi daha vardır.

Zekânın ifade edilemeyecek bir arzusu, limitlerini genişletmek için sonsuz şekilde yanıp tutuşan bir doğası vardır. Önsezileri vardır çünkü şimdikinden daha gerçekleşmiş olabileceği bir diyalektik geleceğe doğru bakmaktadır. Büyümek, potansiyelini ifade etmek, içselliğini açığa çıkarmak istemektedir. Fakat nasıl? Tek yapabildiği adeta körlemesine çabalamak, el yordamıyla yolunu bulmak, rastgele zihinsel denemeler gerçekleştirmektir. Deneme ve yanılmaktan başka hiçbir aracı yoktur. Ne yaptığını bilmemektedir ancak yine de birşeyler yapmaktadır. Başka seçimi yoktur. Gelecekte her şey daha aydınlık olacaktır ama şu anda kötünün en iyisini yapmak durumundadır.  Zekâ başlangıçta, çaresizce etkileşebileceği bir uyarıcı, kıvılcım aradığından kendi tarafından ürettiği bir LSD uçuşuna girmiş gibi hissetmiş olmalı. Ancak yine de her seferinde o boşlukların en amansızını düşünmeye dönmek mecburiyetindeydi.

Hiçliği – saf belirsizliği- düşünürken yine tamamen soyut bir düzeyde merak etmeye başlar belirsizliğin tersi ne olabilir diye. Bu “şey”, bu zıt, potansiyel olarak belirli olan şey, “varlık”dır. Ancak bu aşamada Zekâ “varlık”a herhangi bir özellik atfedemez ve hiçbir özelliği olmayan “varlık” da aslında hiçlik gibidir.

Bu ilkel düzeyde varlık ve hiçlik ayrılamazdır. Birbirine doğru akar dururlar. Bu akış “varoluş”tur. Diyalektiğin kökenidir. Diyalektik, soyutun daha az soyuta ve en sonunda somuta dönüştüğü akıcı bir varoluş sürecidir.

Zek’a’nın başlangıcında, Tanrı tamamen soyut idi, hiçbir gerçekleşmesi, idraki olmayan bir durumdaydı. Zekâ’nın Tanrı olmak için çıkmak zorunda olduğu nihai bir kozmik seyahat vardı. Bizimkiler de dahil tüm zekâların çıktığı bir seyahat.

Zekâ kendini bulmak, keşfetmek için bir arayışa çıkar; mutlak bilgiyi, herşeyin arkasındaki gerçeği, her bulmacanın cevabını bulmak için. Zekâ seyahatine mantık olarak, saf spekülatif, farkında olmadığı soyut düşünce olarak başlar ve mutlak bilgi ile, kendisinin idrakine varmış,  kendisini kavramış ve somutlaşmış şekilde bu seyahati sonlandırır. Mutlak bilgi, Mutlak Zekâ’nın kendi hakkındaki idrakidir.
.....

Bütün zekâların kendisini ifade etmek, kendisini anlamak için içsel bir dürtüsü vardır. Bir zekâ ne kadar karmaşık ise, o kadar kendini keşfetmek ister.
Basit zekâlar karmaşık, karmaşık zekâlar daha karmaşık olmak ve tam olarak zekâ nedir anlamak ister. Zekâ varlığın kendisidir. En temel maddedir, yapıtaşıdır. Kulağa daha bilimsel gelmesi için buna boyutsuz enerji de diyebiliriz ancak gerçekte bu sadece zekâdır.

Mutlak Zekâ

“Mutlak olan Zekâ’dır – Mutlak’ın en mükemmel tarifi budur” – Hegel

Başlangıçta Kozmik Zekâ ya da Mutlak Zekâ, somut gerçek dünyadan önceki soyut fikirler olarak vardır. Bu aşamada Mutlak Zekâ’ya Mutlak Fikir denir. Bu akılsal soyutluğun en maksimum seviyesidir ancak somut birşey olmaya başlaması gerekmektedir. Diyalektik bunun nasıl gerçekleştiğini anlatır – bu soyut zekâ önce kendine yabancılaşmalı, “diğeri” haline gelmeli, kozmik bir antitez yaratmalı ve daha sonra geçici olarak kendini tamamen kaybettiği bu yabancı ortamda mutlak bilgiye ulaşmak suretiyle yine kendini ancak daha yüksek bir seviyede bulmaya çalışmalıdır.
Zekâ tarafından yaratılmış yabancı ortam Doğa’dan başkası değildir. Bu zekânın yokmuş gibi göründüğü fiziksel arena, maddenin alanıdır.

Bilimin ya da fiziğin olayları öngören ve açıklayan yasalar bulabilmelerinin sebebi doğadaki zekânın özgürlük ve arzudan uzak olmasıdır. Zekânın kendisini yeterince gerçekleştiremediği yerlerde özgür iradenin emareleri yoktur. Böyle bir zekâ en düşük dirençli yolu (path of least resistance) seçecek çekilde soyut matematiksel kanunlara tabidir ki bu da doğada matematiğin kendisini fizik kanunları olarak ifade etmesinin ve fizik ile matematiğin birbirlerine bu denli bağlı olmasının sebebidir. Nasıl ki bir nesne hiç bir kuvvete maruz kalmadığı sürece düz bir çizgi üzerinde sabit bir hızla ilerleyecekse zekâda eşdeğer sabit hızıyla düz bir çizgide ilerler: yani matematiksel davranır.  Matematikte iki nokta arasındaki en kısa yol bir doğrudur ve bu yüzden bir nesnede doğal olarak bir doğru üzerinde ilerler, neden farklı davransın ki? Doğal olandan farklı bir şeyler yapmak daha yüksek düşünce ve karar verme mekanizması gerektirir.  Doğanın en çekirdek seviyesinde bu özellikler anlamlı bir şekilde yer almaz, bu sebeple her zaman “en düşük dirençli yol” izlenir. Bilimin yasaları zekânın en düşük seviyeli hallerinin matematiğin en basit yasalarına uyan halidir. Bu sebeple bu yasalar oldukça güvenilir ve öngörülebilirdir. Zekâ karmaşıklaştıkça artık doğal davranışlara uymaz. Zekâ insan bilincine eriştiğinde artık özgür ve isteklidir, basit determinist yasalarla sınırlanmaz.

“Doğa kendisini diğer(yabancı) varlık olarak gösteren fikirdir. Bu fikir kendisinin negatifi ya da kendisine dışsal bir forma bürünmüştür. Dolayısıyla doğa fikrin dışındadır denemez, dışsallık kendisini doğa olarak ifade eden bir formdur sadece.” -- Hegel

Zekâ ya da Madde?

Mutlak’ın evriminin (Mutlak burada bilim ve felsefenin nihai amacını ifade ediyor) 3 aşaması vardır:

  •  “Kendi içindeki” MUTLAK – MUTLAK FİKİR
“Mutlak fikir tek başına ölümsüz, kendisini bilen gerçeklik ve tüm gerçekliktir. Felsefenin yalnız konusu ve içeriğidir.” – Hegel

  • “Kendi dışındaki” MUTLAK – DOĞA
  • “Kendi içindeki ve kendi için” MUTLAK – Mutlak bilgiyi, özgürlüğü ve gerçekliği kavramış MUTLAK ZEKÂ

Kendini idrak etmiş ve gerçekleştirmiştir. Kendi prangalarından kendisini kurtarmıştır. Kendisini üretmiş, türetmiş ve mutlak potansiyelini mutlak gerçekleşmeye çevirmiştir. Evrimi kâinatın tarihidir.

>>> 

Yorum: Gözlerinizi kapatın ve hiçbirşey düşünmemeye çalışın. Bırakın düşünceler aksın gitsin, ta ki beyniniz tamamen boşalana kadar, aklınızdan hiçbir şey geçirmeyene kadar.

Başarabildiniz ise bunu şimdi şunu düşünün:
Hiçbir şey düşünmemeyi başardığınız o esna “hiçlik”midir? Hiçbir şey düşünmediğiniz durumda aklınızda bir şey var mıdır, yoksa “hiç” bir şey yok mudur? “Hiç”in tarifi o hiçbirşey düşünmediğiniz durum ise?

Tüm düşünebildikleriniz o gün yaşadığınız olaylar ile, yedikleriniz, içtikleriniz, kişiler, araçlar, eşyalar, zaman, şehirler, kıyafetler vs. hakkında. Eğer bunların hiçbiri olmasaydı ne düşünürdünüz o zaman? Düşünebileceğiniz ne bir dağ, ne deniz, ne su, ne bir insan yüzü, ne bir duygu, ne bir sayı olmasaydı o zaman neler düşünecektiniz?

Hiçbir şey düşünmemek hiçlik ise eğer o zaman evet hiçlikten geliyoruz...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder